"Ben evimi özledim, ben köyümü özledim." diye yumruklarını sıkarak yürüyordu Mao spiral sokakların götürdüğü yerlere.
"Sokak bile denmez ki buralara, bina olmayan yerler demeli, ne bir taş işlemeli yol var, ne de kuru zift. Sadece sıkışmış kum ve toprak, hadi bir rüzgar esse gözlerimi dört yıl daha açamam zaten derdine yanayım.". Bir kaç kere aynı binanın etrafında dolandıktan sonra,
"Nerde kommün yaşam? Nerde sistemli sokaklar? O uyum?" diye kendi kafası içinde bilmediği kelimeleri kullanarak saçmalamaya başlamıştı bile delikanlı. Saen şapşalı bir de Ishigakure'de uyum istiyordu;
"Onun manyak Zen'cileri önce şu soktuğumun köyüne gelsin şu sokakları düzeltsin, ondan sonra ben okeyim." diye bağırırken aslında hiç beklemediği şekilde karmaşık sokaklarda bile felsefeye girebileceğini fark etti. Zaten şu kızların peşinde koşacağına, çakrasını çükünde biriktireceğine mesleğine odaklansa şimdiye çoktan Jounin olmuştu bile. Gerçi Mao'ya akademi öğretmenliği yeterdi, şu işten dönünce sınavlara girip öğretmen olmaktı amacı. Bir kaç yıl sonra da evlenip aile kurardı;
"Riko'yla?" kendine sorduğu soruyu cevaplayamamıştı.
Derken ara sokakların da aralarına girmişti bile, Ishi'de olsa ara sokaklara girdiği zaman dikkat etmediği kadar dikkat etmeye başladı etrafına. Ishi'de düzen vardı, suç azgın değildi ve Mao'nun çevresi herhangi bir suçludan daha geniş olurdu her zaman. Abileri ve kendisi Ishi'nin delikanlılarıydı sonuçta onlardan önce gelen babası ve Mishi amcası gibi. Bütün kızlar onlarla ilgilenir, hepsi onlarla evlenme hayali kurardı.
"Ne diyorum lan ben, babam zar zor almış annemi, Mishi amca da hala evlenmedi. Büyük ihtimalle abilerim de öyle, belki ben shinobilikten dolayı bir şans.". Yine de delikanlılardı sonuçta, mahallelerindeki kızlara bakmaz, bakanın gözünü oyarlardı. Bir duyuru veya yas olduğunda müziğin sesini kıstırır, yaşlıların poşetlerini taşırlardı.
Bir süre sonra Mao, tahmin ettiği gibi kaybolduğunu fark etmişti. Uzun süredir ara sokaklara daldığından olsa gerek, köyün daha az kalabalık yerlerine- ki bunlar aynı zamanda daha tehlikeli yerler olduklarına delaletti- girmişti ki artık o kalabalık caddelerin gürültüleri delikanlıyı rahatsız etmiyordu. Alışkın olduğu düzen yaşamındaki mahalle sesleri baskın gelmeye başlamış, bu da genç adamı rahatlatmış olsa da geri dönüş yolu hakkında en ufak bir fikri olmaması ket vurmuştu bu rahatlığa. Zira daha kısa süre gezip, kafileyi bıraktığı hana geri dönmesi için daha çok zaman harcaması gerekecekti. Yorulmuş gibi yapması da gerekecekti elbette, shinobi olduğunu saklamak için güzel bir yoldu kondisyonunu saklamak.
"Taktiklere bak be, sanki aslında çok zeki biriymişim önceki yaşamımda da tembelliğinden ölmüş pezevenk." derken bir vitrin görmüştü hemen yanıbaşında. Toprak renginin şeffafına yakın camın içinde de dükkanın ne olduğunu belli edecek şekilde raflara yerleştirilmiş kitapları görmüştü. Mao bu tenha yerde bulduğu tozlu kitapçının zaten az müşterisi olduğundan daha ucuz olacağını düşündüğünden, büyük bir neşeyle kapısına yönelmiş ve yıpranmış tabelayı fark etmişti ki gözüne kaçan bir toz parçası kendi etrafında dönüp bir otuz kırk saniye gözündeki tozu temizlemeye uğraşmasıyla sonlandırmıştı bu hevesi;
"AMIN FERYADI! Neresi buranın adı? Origami mi? Ya ne alakası va- Haa." dükkanın adını idrak ettiğinde kapısına varmıştı bile ki kapıdaki notu görmüştü.
"Yazık, adamın hala yemek yediği yarım saatte birilerinin bu tenha yere geleceğine inanmış demek ki." diye düşünürken kapının yanına bağdaş kurarak çökmüş ve zaten yol boyu kumdan geçilmeyen kıçını biraz daha kuma gömmekten çekinmediğini eğer kaderini yöneten şey her ne ise ona bir mesaj verircesine göstermişti.
Tenha yerde kızlara da bakamazdı ki, aklına Riko'nun küçük kalçaları gelmişti; ardından Saen'in geniş kalçaları. İki kız bir anda
"Mao-chan, hangisi daha güzel?" diye sorarken genç adam yavaşça yutkunmuş, önünden geçen ve doğru düzgün görünen ilk hanımla sohbet açmak için kuracağı ilk cümleyi bulmuştu bile;
"Ya, neredeyse ikindi olmak üzere. Buranın sahibi gelecek mi, bir bilginiz var mı?"