"Merhaba... Ayumi-san.
Adresini öğrendiğim günden beri acaba sana yazsam mı diye düşünüp duruyorum. Sonra da, neden yazmayacağıma dair bir şey bulamadığım için yazmaya karar verdim. Nasılsın? Ben iyiyim, ve senin de iyi olup olmadığını merak ediyorum. Gerçekten merak ediyorum. Başından geçenleri öğrendiğimde ne kadar üzüldüğümü bilemezsin. Sen hastanedeyken ziyaretine gelmeyi düşündüm defalarca kez, ama kalabalık yapmaktan ya da rahatsızlık vermekten çekindiğimdendir ki, gelemedim bir türlü. Korktum biraz da. Orada olmasını isteyeceğin insanların yerine sadece akademiden tanıdığın birini görmek senin için üzücü olabilir diye düşündüm. Şimdi düşünüyorum da... Keşke gelseydim yanına. Şimdi böyle "garip" bir mektup yazmak zorunda kalmazdım. Evet... Garip. Ne mektup arkadaşınım, ne arkadaşın. Sadece akademi sıralarından tanıdığın, hatta uzaktan tanıdığın biriyim sadece. Fazla uzatmayacağım, Ayumi-san. Eğer senin de, 17 Şubat gününde işin yoksa, yani bu mektubu -tahminen- almandan 3 gün sonra, seninle Iuuga diye bir mekanda buluşabilmek isterim. Hatta çok isterim. Ben saat 21.00'da orada olacağım. Ve orada olman, Ayumi-san, beni fazlasıyla mutlu eder. Köy merkezinin krokisini ve Iuuga'nın bulunduğu yeri işaretlediğim kağıt, zarfın içinde. Umarım bu mektup eline geçer ve tekrar umarım gelmene engel olan bir şey yaşanmaz.
Sevgilerimle;
Shinohara Izumi."
Hoşlanıyordu işte. Hoşlanıyordu ondan. Ayumi-san... Gözleri tıpkı bir tanrıçanın ödülü gibiydi. Bal rengiydi gözleri. Ve yüzü... Yüzü öyle nefisti ki... Kusursuzdu. Hani, bazı insanların çeşitli kusurları olur. Dile getiremezsiniz belki ama, çizim yeteneğiniz olsa ve çizebilecek olsanız, onun yüzünü daha güzel hale getirebilirdiniz. Ama Ayumi... Ayumi bir kraliçeydi, bir düşesti, bir tanrıçaydı. Bembeyaz teni, harika saçlarıyla dans ederdi yürürken. Ondan güzeli yoktu zaten akademide. Yaşları yaklaşık olarak aynıydı ve aynı dönemde mezun olmuşlardı. Belki Izumi o kadar da yakışıklı veyahut güzel değildi ama Ayumi her zaman kusursuzdu. Onun yaralarını aldığı dönemi bile hatırlıyordu Izumi. Daha bir yıl bile geçmemişti üzerinden. Yaşanılanları unutmak için, hasarı arkasına koyabilmek için bir değil, binlerce yıl gerekliydi. Artık yaralı biriydi o. Izumi'ye kalırsa gerçekten bu yaralar onu değiştirmemişti. Neden değiştirsin ki? Hatta Kunoichisel bir çekicilik bile katmıştı. Izumi severdi, geçmişi hatırlatan şeyleri. Şu an yüzündeki toplar gibi. Varoluşu gibi.
En şık, en güzel gömleğini giymişti bugün için. Vücuduna öyle kusursuz oturuyordu ki bu gömlek, sanki bir terzi saatlerce vücudu üzerinde uğraşmış gibiydi, ama sadece şanstı. Koyu gri'ydi gömlek, tıpkı şu an gökyüzünün olduğu gibi griydi. Saçları sırtının orta kısmına kadar, belinin biraz üzerine kadar geliyordu. Bir kısmı toplu, bir kısmı değildi. Altına da mavi kot bir pantalon giymişti. Güzel bir parfüm boca etmişti üstüne. Güzel kokuyor, güzel görünüyordu. Güzeldi işte Izumi. Makyajını bazen sallapati yapardı ama bu sefer öyle özenmişti ki, kusursuz olmuştu makyajı. Kıpkırmızı parlıyordu gözlerinin altı, burnunun üstü. Gözlerini daha derin gösteriyordu bu durum. Daha güzeldi böyle kendisine göre.
Ne çok iyi, ne de kötü sayılabilecek bir mekandaydı. Buluşma yerleri orasıydı, sözleşmişlerdi. Pastahane gibi bir yerdi burası. Çok severdi burayı Izumi. Kokusu, içeridekiler, dingin müzik... Öyle güzel kekler çıkardı ki buradan, üzerine su içemezdiniz. Pastalar siparişle pişer, öyle verilirdi müşteriye. Her şey taptazeydi. Zaten, küçücük bir yerdi. Altı, bilemedin yedi masa vardı. Mutfak gözüküyordu zaten oturulan yerden. Samimi, sıcacık bir mekandı. Herkesin bildiği bir yer değildi zaten burası. Bir baba ve kızı işletirdi burayı. Kızın annesi, babanın eşi, 10 yıl önce vefat etmiş. Kadının hayali ise bir pastacı açmakmış, aynen böyle bir pastacı. Açamadan yummuş gözlerini hayata. Baba eski bir shinobiymiş. Anne ölünce kanserden, bırakmış işi, giymiş önlüğü. Çok kazandıklarını düşünmüyordu Izumi, ama gerçekten hakkını veriyorlardı. İçecek olarak da kendi yaptıkları vişne sularından ikram ederlerdi her gelene. Bu yüzdendir ki Izumi, bu cennet kadar güzel pastacıyı hiçbir arkadaşına söylemezdi. Sadece Ayumi-san... O hak ediyordu elbette, böyle güzel bir yeri bilmeyi. Her şeyin en güzelini hakediyordu o.
Izumi, sadece güzel olan insanlarla ilişki içine girmekten hoşlanmazdı. Önemli olan biraz da düşüncelerin güzelliğiydi aslında. Biraz Izumi'yi gerçekten tanıyan herkes, onun cinselliğe açlığını bilirdi. Gördüğü her kadını yatakta, sehpada, yerde, tezgahta hayal ederken, Ayumi'yi hayal edemiyordu. Utanıyordu biraz. Korkuyordu bazen. Onu hayallerde incitmekten dahi korkuyordu Izumi. Çok hoşlanıyordu. Ve, daha da önemlisi... Hoşlanmaması için bir neden yoktu. Hani bazı kızlar olur. Güzeldir ama zekası azdır. Ya da çok kafa dengidir ama, güzel değildir. Ya da arada mesafeler vardır. Görüşmek zordur, buluşmak, anlaşmak zordur. Ayumi öyle de değildi. Sanki... Sanki Izumi için mükemmel bir eşti.
Mükemmel eşini beklemeye başlayalı on dakika olmuştu ama, daha buluşma vaktine beş dakika vardı. Biliyordu geleceğini. Neden bilmiyordu, ama Ayumi'nin kendisini yarı yolda bırakmayacağını biliyordu. Neden bilmiyordu, ama Ayumi'nin geleceğine adı gibi emindi. O gelmeden bir şeyler sipariş etmek istemiyordu. Baba ile gözgöze geldi, siparişi sonra vereceğini anlattı gözleri. Ayaklarıyla garip bir ritm tutarak onu beklemeye devam etti, kapıyı gören masadan...