Güçlü, kesinlikle çok güçlü... Ben tepki veremeden, kaleme tekmeyi yemiştim ve kafamdan geçenler kesinlikle bunlar olmuştu. Adam havada süzülürken, başka bir şeyler yapacaktı elbette ama bunlardan önce benim yapamadığım vardı. Bir uzvumu oynatmak bir yana, hareket dahi edememiştim. Kendimi bu alanda uzman olarak görürken sadece bir tekme ile saf dışı bırakılmıştım. Ne ninjutsu, ne genjutsu... Basit bir taijutsu hareketi ile savunma pozisyonum çok rahat bir şekilde kırılmıştı. Savunma pozisyonundan ziyade en temel duruş bu değil miydi? Tek kolumun yokluğunu unutturacak, el mührü kullanmamamı örtebilecek yegane şey... Güvendiğim tek şeyim olan stilim şu an yerle bir olmuştu. Bunca antrenman bunca öğreti ne anlamı kalmıştı ki!
Adam havadayken bir şey yapamamış olmam üstüne üstlük adamın bana bir jutsu uygulaması ve tamamen etkisiz hale gelmem... Acınası bir hale düşmüştüm, kendimi kendou stilinde zirvede sanarken, rezil bir yerde olduğumu anlamam oldukça çabuk olmuştu. Bu stil üzerinde uzmanlaştığım yönündeki düşüncelerimin üzerinden fazla bir zaman geçmemiş olsa bile, başarısızlık daha çabuk gelmişti. Bundan sonrası tamamen karanlık ve tamamen bir boşluk hali... Bu düşünceler eşliğinde kendimi yere bırakmış olmalıydım. Katanalarım, onlar yerinde miydi?
Bilmiyordum... Gözlerimi açtığımda sürüklenir bir pozisyonda iki kişi tarafından taşındığımı fark edebilmiştim. Kolum rezil bir şekilde bedenime bağlanmıştı. Bir ip, sadece bir ip... Acizliğimi tekrar tekrar anlıyordum. Belki de tepeye bu kadar yaklaşmış olduğumu düşünürken, en aşağıda olduğumun farkına varmam derinden etkilemişti beni. Elimden gelen hiçbir şey yoktu. Basit bir ip beni durdurmak için yetiyordu. Shinobilik için yeterli değildim, kalın amca haklı olabilirdi.
Yürüdüğüm yolların kırmızı rengi ve duyduğum çığlıklar... Hepsi, ama hepsi nerede olduğumu anlamam için yeterli oluyordu. Basit bir tekme ve ip sayesinde zindana, zindanın karanlığına hapsedilmek üzere buradaydım. Yui-sama acizliğini birinci elden yaşıyordu. Ayrıca basit bir kalem kullanacaktım ve insanlara zarar vermek aklımın ucundan bile geçmemişken bu hale gelmeyi hak etmek? Dünyanın acınası yüzünü görmek için sadece Ame-chou ile görüşmem yeterli olmuştu anladığım kadarıyla.
Sonra, fırlatılıyordum. Bir çöp parçası, işe yaramaz bir alet veya bir mahkum gibi... İsmini ne koymak istiyorsanız seçim sizin. Omuzlarım, sırtım, kafam... Tüm bedenim zindanın soğuk zeminini hissediyordu acımasızca. Canım yanıyor, yanıyordu yanmasına ama bu yaşadığım ruhsal bunalım kadar ağır değildi. Zarar vermek istemediğiniz insanlar hiç çekinmeden zarar verebiliyorlardı. Sadece Hayashi ile görüşmek ve bazı sorunlarıma çözüm bulmak için bulunduğum bir yerde bunları yaşamak... Acaba Hayashi' nin bu olanlardan haberi var mıydı? Yoktu, elbette. Sıcak koltuğunda, sıcak kahvesini yudumlarken birkaç dosya inceliyor olmalıydı.
İnsanları yöneten bir kişinin, insanları görmeden sadece kağıtlara bakarak çözüm bulmaya çalışmasını komik buluyorum. Belki de bu şekilde yaşayan birisi değildi ama ama benim yaşadıklarım fazla ağırdı bence. Benim sorunumu anlatma biçimim bu şekildeydi ve köyün tepesinde oturan birisinin bunu anlamayacak kadar aptal oluşu ne kadar aciz olduğunu ispatlıyordu.
Kolum bağlı olmasa çığlıkları bastırmak için kulağımı kapatmayı deneyecektim. Ama tek kollu bir zavalının yapabileceği tek şey dudaklarını ısırmak ve en azından acıyı katlayarak çığlıkları bastırmak olabilirdi, galiba. Belki de çığlık atmak... ''Aaaaaaaaaaaaaaahhhhhhhhhhhhhhh.''...
Olduğum yerden sıçramış ve derin bir nefes aldıktan sonra gözlerimi zindanda açacağımı düşünüyordum. Ama olmamıştı... Bunu anlamam için belirli bir sürenin geçmesi gerekiyordu ve ben bu zaman diliminin ne kadar olduğunu tam olarak kestiremiyordum. On dakika, bir saat belki de bir saniye... Başladığım yerdeydim... Ama yaşadıklarım. Kesinlikle gerçekti ve kendimi toparlayamamış olsam bile nerede olduğumu anlamam uzun sürmemişti.
Aynı koltuklar, aynı duvarlar, aynı kapı ve her şeyden öte aynı kalem. Elimi istemsiz bir şekilde arka cebime attığımda kalemin orada olmadığını anlamıştım. Nasıl oluyordu? Kalem tekrar yerine bağlanmıştı, kusursuzca. Ne tür bir oyunun içine düşmüştüm? Emin olamasam bile zindanı yaşamış birisi olarak kesinlikle ama kesinlikle oradan uzak duracaktım. Elimle kalemi yokladıktan sonra orada olduğuna emin olmuştum. Belki de burada değildim. Evdeydim ve rüya görmüştüm. Rüya içinde rüya mı görüyordum? Nasıl emin olacağım... Karşıma çıkan ilk kişiye gerçek olup olmadığını sorarsam, gerçek olduğunu söyleyip beni aptallıkla itham edecekti. Kendime sağlam bir tokat atmak istemiş olsam da yapamamıştım. Az önce çektiğim sahte acı bedenime zarar vermiş gibi hissettiriyordu. Ağlamak istiyordum, olmayan bir şey için ağlamak mantıklı gelmemişti. Acı var olmasa bile bedenimi kaplamıştı ve o tekmenin etkisinden çıkmak kolay olmayacaktı.
Kafamı kaldırdığımda kapının açıldığını ve içeriye iki kişinin girdiğini görmüştüm. Az önceki adamlardan zayıf olan ve kalın olana göre daha farklı görünen şık görünümlü kişi. Karşıma oturup neden burada olduğumu sormuştu? Sorgulanıyordum, sorgulanmak için değil Hayashi ile görüşmek için buraya gelmiştim. Hem onca şeyi bana yaşatıp karşıma hiçbir şey olmamış gibi geçmeleri... Konuşmak istemiyordum. Konuşmazsam beni buradan çıkarmayacaklardı elbette.
Karşımdaki adamı önemsemeden zayıf olana hitaben ''Gözünde kesik izi olan iri arkadaşın nerede?''. O adamın var olduğuna emin olduğumdan gerçekliğini teyit etmek istemiştim. Her ne kadar bir gerçekliğin içinde olup olmadığıma emin olamasam bile. Cevabı beklemeden diğer adamla göz kontağı kurarak- zaten cevap verip vermeyeceği bile malum- ''Benim gibi bir insanın. Tek kolu yok ve saçma hareketlerde bulunan birisi. Sorgulanmak için değil, Ame-Chou ile görüşmek için buraya geldim. Ben bu köy için yaşamını ortaya koyan shinobilerden sadece birisiyim. Hahaha... Ama tek kollu bir shinobi işlevsel değildir, böyle mi düşünüyorsun?''. Az önce işlevsellik konusunu birinci elden yaşamış birisi olarak adam eğer ki öyle düşünüyorsa hak vermeden edemeyeceğim.
''Hastalığım, daha doğrusu eksikliğim ile görüşmek için gelmiştim. Yanlış anlama kolum ile ilgili değil bu. Böyle yaşamaya alışmak zamanımı aldı, alıştım da. Hastalığımı sorma, seninle bunu paylaşmayacağım.''gülerek girdiğim binadan neredeyse ağlayarak çıkmak üzereydim. Erkekler ağlamaz mı? Komik olmayın, nasıl görünürsek görünelim bizler de sizin gibi insanız.
''Ne kadar süre geçti bilmiyorum fakat anladığım şey hastalığımdan önce ilgilenmem gereken başka işlerimin olduğu. Sorgu bittiyse artık gidebilir miyim?''.
Demek Ame-Chou ile görüşmek bu kadar zor, peki kendimi adamam gereken şeyi bulmamı sağlayan bu olaya minnettarım. Dikkat çekmek yerine güçlü olmalıyım galiba. Gücün nereden geldiğinin bir önemi yok. O zindan denilen yere asla girmek istemiyorum...