"Sema... Uç veya bucaktan muaf, nâmütenâhiyet hissi veren bir mevcûdiyet. Aslında varlık dahi değil, insan uydurması, realite fukarâsı. Ama verdiği his gerçek, yâhut, o da mı insan uydurması?
Bu kadar güzel olan, neden bir tek benim ilgimi çekiyor? Baksa ya bu insanlar da, gökyüzüne! Yalnızca önüne bakıp da, yürümeye devâm etmek yerine?
Hayır hayır, yapamazlar efendim! Para kazanmak, harcayıp tekrar kazanmak, sonra da tekrar kazanmak çok daha önemli.
Ama ya tüm bu güzellik? Bu ebediyyet duygusu? Yeter mi paraları, sonsuza? Sonsuz kaç paradır ki hem?
Benim için bedâva, onlar için berhavâ.
O hâlde ben bir nebze daha fâidelenmek isteğindeyim efendi, zîra ölmekteyim! Ayrıca, ne demiş yazar?
Ölümün olduğu bu dünyada, hiçbir şey çok da ciddi değildir aslında.*
Amma da doğru demiş!"
Bu düşünceler eşliğinde, tam bir saattir hareketsizce dikilmekteydi Nai. Sürekli gökyüzüne bakıyor, durmadan mimikleri değişiyordu. Kimi zaman ağlamaklı gibi görünüyor, kimi zaman ise mutluluk yayan bir surat ifâdesine sâhip oluyordu. Yoldan geçen insanlar, onun dilediği gibi gökyüzüne değil de, garip surat ifâdelerine ev sâhipliği yapıp da onları korkutmakta olan suratına dikkât kesiliyordu. Bu durum Nai'yi kahretmekten çok uzakta idi; zîra gökyüzüne odaklanmak ile fazlaca meşgûl olan gözleri, bir türlü daha aşağılara bakamıyordu ve dolayısı ile insanları seçemiyordu. Kolları, sanki yağmayan yağmuru kucaklamakla meşgûlmüşçesine apaçık, omuriliği Sakura'nın göğüsleriymişçesine dümdüz, sağ bacağı dizden bükülü bir şekilde dikilmesi sebebiyledir, oldukça sıradan olan günü, yoldan geçen insanlar için epik bir hâle getiriyordu. Kimi onu deli olarak niteleyip gülerek, kimi "Meczup herhâlde..." diye düşünüp acıması akabinde önüne para atarak, kimi ise zerre kadar umursamadan, hattâ bâzen ona çarparak yanından geçiyordu. Eğer bu ahvâlden haberdâr olsa idi adamımız, üzerine düşünüp merâk edeceği tek detay, insanların neden en fazla üç kategoriye ayrılıyor oluşu olurdu.
Bu sırada Nai'nin önünde durduğu dükkânın sâhibi kapıda beliriverdi. Önce bizim meczubu şöyle bir süzdü, sonra tişörtünden dışarı sızmış olan göbeğinin pamuğunu çıkarıp yere attı, son olarak da onun tepesinde dikildi ve sertçe dürtmeler eşliğinde şunları söyledi:
-Giming gimseng var mı sening?**
Yaklaşık iki dakîka boyunca cevap bekledi, ama istifini bile bozmamıştı dağınık saçlı adam. Bunun üzerine dükkân sâhibi emmi sinirlenmeye başladığı hâlde oldukça sâkin bir ses tonu ile tekrar şansını denedi:
-Yavrım, bağ beği dellengdirme, senin burda feriştaanı sikerüng. Ahıllı ol, git başğa yerde dikelceg mising artıh ne boh yiyeceğiseng...
Ama yok... Nuh diyor, peygamber demiyordu avurtları içine çökmüş rezil herif. Artık iyice çileden çıkan emmi dükkândan içeri girdi, okkalı bir sopa kaptığı gibi dışarı çıktı ve Nai'nin sırtına sağlam bir tâne geçirdi. Ama hareket bile etmemişti genç adam. İyice güç toplayarak ikinci vuruşunu yaptıktan sonra yavaş yavaş ayağını ve kollarını indirdi, başını emmiye çevirdi.
-Bana neden vuruyorsun yaşlı adam?
-Tükkâğın önnü ğapatıyong! Adamıng asabıngı bozuyong! Muşderiyi ğaçırıyong!
-Peki, yaşlı adam... Bu algı şeklini kabûl buyuruyorum. Lâkin hiç şöyle düşünmeyi denedin mi, belki de dükkânının ta kendisidir aslında, benim önümü kapatan?
-DE SİGDİR GİD LA BURDANG!
Diye sohbeti bitirerek yeniden vurmaya başladı yaşlı adam. Haklı davasını kazanmak üzere olduğunu düşünüyor, içten içe seviniyordu, dışarıdan oldukça sinirli görünse de. Üstelik attığı dayak, kendisini epey rahatlatıyordu. Bu sırada tekrar konuşmaya başladı Nai:
-Tamam yaşlı adam, gidiyorum. Zâten dükkânının estetikten uzak yapısı, gözlerimi acıtıyordu. VE BU ÂDETÂ SANATSAL BİR KAOS!
Sâkin başlayıp harâretli biten bu konuşmayı yaptıktan sonra arkasına bile bakmadan yürümeye başladı.
* Burada sözü edilen yazar Franz Kafka'dır.
** Bâzı kelime sonlarında yer alan n ve g harfleri "üstdamağımsı n" ismindeki Türkçe telaffuz kuralını ifâde yöntemimdir.